31 Ağustos 2010 Salı

duyukuyu

kal+bin+kul+ağı kuştüylü yastıkta dinlen miş
kesik atışlarına dirense durur
küçük dilini gıdıklayan çekirdekler kelimesi
plastik gıcırtısına dalıpta
iç mi
geçirdi mi
yağmurun başına uzanmıştı oysa
gözü kapalı damlası kayarak
bir bilete binip eski adaya
üstü çıplaktı da
gözü saydam olana baktı
etleri birleştirdiler
birisi uzaktandı
elektrikli balığı çarptı ikiye
duyu bu
dökülürse çözer bizi
ve düğümler gırtlak kuyusunda
oraya neler düşmedi
yutak borusuna üfledi
örsü üzengi inledi
korkmuşlar mezarına
sevdiği dilleri ekip bekledi
toprağa saklananlara hüzün verip
gökyüzüne kaçanlara ateş verecekti
dilin biri önce saklandı
sonra gökyüzüne kaçarken dondu kardı
beyaz yağdı yüzüne
diline yeşil kaydı
bu yut beni sesi
şu yutulmuş olma keyfi
miğdesinden köküne
damar damar
kan kan
bilinmeyen renklerin annesiyle
tek kapılı ay kalbine
çözüldü buz kalbi
nefret kanat oldu
geri geri uçtu eve buz kraliçesine

26 Ağustos 2010 Perşembe

kurdunelması


tutuk su bu kurt
keyifli gezgin maskesi
deliklerde
birlikte kıvrılan parlak bin sır
nasıl bu kadar görünür oldu
sır ülkesi onu kapıya koydu
bilekleri sisli
köprüsü boynuzlu atlar korosu
onlar söylediler
biz dinledik
hangisi bor öğrendik
bazı kanatlar vardı
tek başına havalandı
hep yeni mikrofonda
dengini aradı
odalar değiştirip
uzaksa ekolara dalan
kırmızı biri elma
kaygan kabukla kayıp
kumlu etini sakladı
oysa kendini duyabilenler vardı
kurdun elması
çekirdeğinde ayna ası
gömüldü kumuna kökler uzadı
içinde pencereden bakamayan
bir koyu ağaç vardı
uzakta değil
elmanın kokusu tadı ordaydı

21 Ağustos 2010 Cumartesi

she was there


meadowhay was growing downin white ocean splash
while she was dreaming a melting star eye
he asked that where is the line
where is the sleep wave
vagrant wing danced with turning heads around
while he was touching with his fingertips
meadowhay wisphered in to her cove
her echoes became a child voice
then vibra circles invovled with his mis argon

4 Ağustos 2010 Çarşamba

umdum

buluta dokunan ay nehrine oturdum
nehir bulutunu izinsiz delmiş
yapraktan uzun bacaklı kuşlar vardı
ayın gözüyle
güneşin duvarına isim yazanlardı
saçımıza parmaklar dolandı
yeni doğan işaretlerde durduk
üçgen kurduk kırık iplere
sonunda anladın
aynı yaralıydın
ve sırtı kabuklu o ve tek ceyranıydın
burnuma taşınan sahneler konuştu
şapkasını çıkarıp selamladılar
nereden asıldığı bilinmeyen perdeler kalktı
aynası karışık şaçları
dev mantarın çukuruna takıldılar
katladı uçak yaptı kulaklrını
fırlattı usulca incelip çalması için

3 Ağustos 2010 Salı

uykumunda durandı sugamı

ince düşünce dökülüp adım kırıldı
damarımdan esip güne serildi
yıkandı duvarlar ve köşeleri
bu onun kanayan dilekteki zemini
kalbinin arka balkonundan gökyüzüne sarktık
üstümüzdekileri koparıp attık
güneşte gülen ayçocuklara kaldık
akrep seslendi sonra bu dönüş saati
oturup boşluğa pençeresini çizdi
eli yumuşadı birden aktı boynuma
umarlardı onlar geceye dönmeyi
üzerine bastı sugamı sesi devrirdi
seni duyup uy kumu, kıvrıldım
ağaçlara yetişen rüzgarlı gölgesi
birşeyler fısıldadılar orda sana
elleri davulu germiş
nefes borusundan ilk müzik kemiği
en uzaktan içince suyundan
bulanarak döndüm dilini
kavrulmuş ağlayan ay çiçeği
küsmeden güneşe döner durmadan