ayrılmayan uzaklıkta iki,
biri nar küsür
ateşten çok özlemiş günlü güneşi
geçince elleri parmaklarıyla başka
ve daha ayaktan çıplak kutu
kemiklerle tekdum davullar ilik kadar
karartılar isimlerini söylemeden
çaylıklar arasında garip ılık kanıyla
dikerek ağzına bu onun bilerek
tutulsa büyüsüne eğilerek
dünyanın evine sokulup
onun evi burası
lav okyanusla vur kalbi korkuluk
hayır mı evet
evetse çayırları koşarak delice
uzun boylu kış kapıda beklerken
duvarda sesli ışık oyunları
suyun izlerini bırakıp
üstüste japon çatıları giymiş
hemen esnedi uzayin ağzı
tüy yuvaları ve tüylü dev mavi susmumyalar
hiç olmamış çiçek isimleri
burası hiç gidilmemiş bir yer
hayal edilmiş bir gözgölün kol kenarı
uykulu ağaçların cam göğsünde
dinlenmiş içi belinden sarkanlar
yüzünün üstünde gezilmek
sisli aydınlıkgece bu
sabaha unutup takılıp boğaz üstü
burunyalıdan kaymak koyu isli
kirpik çalıların son ısrarı
göz çukurundan içtim yıkanıp
ürkek kapak tepesi
yokuş hızında bıraktım
hatırlamak için tekrar o lav okyanus
uçup duy mak aynı eğik alında
ilk önceleri bin aydı karanlık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder