kaç katman
dün gece sana olan mesafemi ölçtüm
sonra başka bir dünyada sana olan uzaklığımın bana olan yakınlığı
çoğalan zevki hep karıştırmaktı biçim
nasıl bir hesapta bulursun ki kendine çıkıyorsun o yolu dedim
bıraktım sonra arkasına usulca düşsün
arkasına inanması güç olmuş ona çünkü
ah etlerini bağladığı güzel kemiğin güzel sesli tarlası
fazlı ışıldaklar ve gölgelerden
fısısltılarla uyutmuşlar onu kendinden uzağa gitmiş
nasıl bir doğruda batıdan ölçmeyi doğunun başına dokunmadan
kalabalık sade seni ortasına oturtunca esebilen bir rüzgar
başkasına benzeşmenin parçalanan hecelerce dile düşmesi
yüzünü kaldırıp altına dokunan oldu mu senin
iki eliyle ıslak derisizliğine sarılan oldu mu
öyle boş bakıyorum ki benden gerisini gör bir alemin göz deliği
baktıkça içine eğiliyorum
biz aynısına bakmıyoruz ta başından
sonra san ki seni yollar yaratyor
bak uzamdan çoksa nasıl biri diyor
orada değilse nasıl yine de orada
bir çocuk tanrı var diyorum ne değerli bir kristal
o uyuyamadığında kendi güzelliğinin derin uykusunda
sesin sen yokken asıl seni seviyor
sen dediğimde 3 4 5 kulağa dolaşıyor
ben de bu çarpışan yanımın cismiyim
kaç kez kulağın kalbinde titremiştin
bak sana söylediklerim var
ona söylediklerim başka mı ona
aynı ayın görmediğim başka yüzü başka
kaç kez
biri diyor en fazla iki için
iki ayrık nokta bir çizgiyle uzanıyor
sabah yeni uyanmış esniyor için
bir hapşırık zerresinde gizlenmiş geziniyor
giz dediğim bağırmadığında en küçük hali onun
kolları sevgilin ağaçların
uyku onun yaprakların
damar kabarıyor büyüyor büyüyor büyüyor kemikler bırakmadan
yırtıp gitmiyor
ve içi dışına heyecanlı kırmızıdan
kırmızım soruyor senin için
açıktan yeşil misin
her damarla bir kalp tabaklar çarpıyor
boşalıyor suyu
perdeler saklamış rengini
kimbilir nereye mor kim için yukarı
mavilere oturuyor yolda onların serin serin
uzaktan akan bir gezegen gibi yutulmuşluk
onun ay bulutlar dokunan güneşin
dikili içimden yakın bir hücrenin zirvesine
derinin üstünden altından bu konu derin
seni uzaktan sevmek aynı şarkı bir seferinde
söylemek onu her biri için
aşkların en gerçeği gerçeğindışı
o sadece yarattı rüyayı
uzun serilen kolları uyuyanları
yudum yudum sütü dökerek aşağılara
üstündeki bir his gizlidir delikten
içimi içimden çeken şey için
ağzının göl karanlığında yine uzayı aramak için
bu dünya bizden kopan bir parça
ve biz bu dünyanın en güzel öncesiyiz
yarı
güzel insan ilk
ilk eski masalın likite ayrılmış elinde kendi olan ruhunu yakalamış
eklemiyle büyüyen toy bir oyuncak insan içi
bırakmak bir yakarış çocukluğuna bir mesaj olur
bu yüzden hayır olmaz diyor ruhunu aç tutacak hep
kendini bir sevse daha bir çocuk yine ozaman beni de ruhu
bu dünya boynuzun en uçundan çıkıktı ilk
bilmiyordu dışardan nasıl oraları
nefesi kesilince ciğerini buldu nefsi ilk
kendini terden yaratıp kana kana içmeler nefis
ince beyazdan parçaları göğüs kafesinde korudu
ortasından mühürledi bir davulcu çalsın tüm varlık için
kendini sevebilmek bir gün yakın ona
ama ilk yarayı kim açtı
başksının acısını kendine saydı
geri ver onu
güneşte elektirk bir fırtına gizli bir seremoni
güzel insan ilk
ruhunun annesi babasının
işte öyle vahşi bir kahin masalının
bırak kuşları gökyüzü gibi uçsunlar
ayrı tutma bir yağmurdan
sadece kavuşsun tek olmaktan korkusun
sen çağırmadan gelmeyenler efsunlar
ismini nasıl koydun ya herr şeyin
o şey senin kulağına ne fısıldamıştı o sade seni ortasına oturtunca esebilen bir rüzgar
hatırladığın şey yaslanmak bir ıssız kuytuya ve unutmak
buradasın benimle ve benimle değilsin burada
geçmiş şimdiki gelecek zaman
karşısına durma yok bu böyle bir zaman
yakından yakan uzaktan sis ve duman
ya tam tersi bütün bir anlam
ya çapraz kurulan bir daha katman
15 Ağustos 2013 Perşembe
14 Ağustos 2013 Çarşamba
- yüklü zerrelerin cereyanı
şu aramızdaki çekimin itimi diyorum ne güzel
bir rüzgar ki yıldızlardan çıkan yüklü zerrelerin cereyanı
ve bir gün o bozulursa diyorum nasıl ve o nu ne titretsin ta ozuna kadar hükmetsin
bir esirin ayın paralelinde kırbacını uzun vuruşu
göz bebeğinin tersine uzanan resim
geriye dönen kavşak
benim için köprülerimi yaktın sis
bir gün o biterse diyorum ipler bağlı kollarım düğümler biribirinde eriyecek her şey için, içine çözelicek ya
kendine yapışan bir doğadan tekrar
etin kemiğin kalbin en eski zihnin
biribirinde eriyecek her şey için, içine
çözelicek ya
jöle kıvamı şeffaf son bir iç çekiş maddenin bu son buluşu süzülürken boşluklar
sessizlik çok yüksek anlatmak için
bütün anlamların birbirine doyarak boşaltığı o zamansız delikler
bir mekanizma nedir organizma daha bir hayalken tekrar oradan
çöpler vardı özüdür cevherin artıklık canlı
kemiklerden ayarlamış aramızdaki azami uzaklıkları
önce yaratıp ölçsünmüş oynasınmış matrik uylukların tozların uzağında
yıldız ölüşlerini görmek için sırtına yaslanıp tekrar bir doğumu yaşasın bırak
o eski yıldıza ait bütün isimleri mesmerize
mesela yanar şeker adı karamelize tadına dolar taşar
bu ahenkli bir tekrar
bu tek şarkı
bir ain halkalar etrafın içiçe
tek vuruşun arkasına biriken olası düşlerin
bir başka ona dalar gidersin
bakışların uzun ve gözlerin dip yerin
likit bir vorteks
18 Temmuz 2012 Çarşamba
ay derine yüz yüz
ay yüzünü soy
derini yüz
koy masaya
ay etini kes kanını tart
koy masaya
maviye doy da
kırmızı soy da
kanını sorana içir bunu da
der dili bulan kendine bölen
çarpanla çirpan da kendine diren
bırak bunları kedini bırak
çık dağlar açık koyudan dışarı
gelgit dert bunlar bulut olacak
etler elbise sağır olacak
etler elbise satın alacak
derini yüz
koy masaya
ay etini kes kanını tart
koy masaya
maviye doy da
kırmızı soy da
kanını sorana içir bunu da
der dili bulan kendine bölen
çarpanla çirpan da kendine diren
bırak bunları kedini bırak
çık dağlar açık koyudan dışarı
gelgit dert bunlar bulut olacak
etler elbise sağır olacak
etler elbise satın alacak
24 Mart 2012 Cumartesi
çarşaflar yakılır ya arabesk çarşaflar yıkanır
yatak yastık yakmak tüy bitince
oyuk ve katı bir faz kararı
martın tam ortasından
onun kendi zom baharı
nevresim dedi bi anne çarşaf çarşaf sarılın
sonra genzine duman kaçar
gizlenir biraz
gözün iliğinden taşar
ucundan tutup bir baba koyup karşına
seni güneşin kucağına sallar
kollarında uzlar uzar
yok durma orda
o çarşafın karnında bebek ol
bir sembolmüş diyorlar onu yut
unutmadan doğ tekrar
bukle ol tel tel bu sefer uzan bileklere tutun saç ol
tekrar öl sonra
ateşe dökül kaynayıp buhar olur birinin ağzından akarsın
tekrar olmakmış
tadın adını koymakmış
gözeneklerinde nakış nakış kodlar
derin bir okyanusta etin ağaç gibi kokar
bu na da tekrar ölmekmiş
sonra
alev olur ipliği onun küçük kızı yaprak
belki onun oğlu da buhar olur
senin gökyüzüne bulut olur
yok üzülme yağar ya yine kavak
tekrar dediğim
işte bu dediğin tanrı
senin tanrı deliğin
göbek deliğin
bu uçsuz tarlalar pamuk kurtlar ve beyaz
ellerin uçsuz kaygan ve siyah
dökülür o damla şüpesiz
sen de ardından sel ol
yok usanmaz kavruk tohumlar
tekrar gömülür sulu göğsüne
tekrar yanar yeşil
çiçeğin dişlerini kırar
koyu meyvesi dillerin kraliçesi
keşke unutmasak
toprağın tersyüzünü de tuzlasak
sonra bir an
taşları sen sanmak bu dediğim
bahçeden çocuk duymak
fırtınayla rüzgar soymak
sesi inmiş her yer çıplak
sonra kadehleri cam cam miğdeye
içini içime boşaltmak bu dediğim
kuşları boş bırakmak
kanatlarına takılıp
ne boşaltmıştım diye bi durup tekrar arayıp onları bulup
doldurmak ta doldurmak işte hiç doymamak ama
dediğin bu dediğim
oyuk ve katı bir faz kararı
martın tam ortasından
onun kendi zom baharı
nevresim dedi bi anne çarşaf çarşaf sarılın
sonra genzine duman kaçar
gizlenir biraz
gözün iliğinden taşar
ucundan tutup bir baba koyup karşına
seni güneşin kucağına sallar
kollarında uzlar uzar
yok durma orda
o çarşafın karnında bebek ol
bir sembolmüş diyorlar onu yut
unutmadan doğ tekrar
bukle ol tel tel bu sefer uzan bileklere tutun saç ol
tekrar öl sonra
ateşe dökül kaynayıp buhar olur birinin ağzından akarsın
tekrar olmakmış
tadın adını koymakmış
gözeneklerinde nakış nakış kodlar
derin bir okyanusta etin ağaç gibi kokar
bu na da tekrar ölmekmiş
sonra
alev olur ipliği onun küçük kızı yaprak
belki onun oğlu da buhar olur
senin gökyüzüne bulut olur
yok üzülme yağar ya yine kavak
tekrar dediğim
işte bu dediğin tanrı
senin tanrı deliğin
göbek deliğin
bu uçsuz tarlalar pamuk kurtlar ve beyaz
ellerin uçsuz kaygan ve siyah
dökülür o damla şüpesiz
sen de ardından sel ol
yok usanmaz kavruk tohumlar
tekrar gömülür sulu göğsüne
tekrar yanar yeşil
çiçeğin dişlerini kırar
koyu meyvesi dillerin kraliçesi
keşke unutmasak
toprağın tersyüzünü de tuzlasak
sonra bir an
taşları sen sanmak bu dediğim
bahçeden çocuk duymak
fırtınayla rüzgar soymak
sesi inmiş her yer çıplak
sonra kadehleri cam cam miğdeye
içini içime boşaltmak bu dediğim
kuşları boş bırakmak
kanatlarına takılıp
ne boşaltmıştım diye bi durup tekrar arayıp onları bulup
doldurmak ta doldurmak işte hiç doymamak ama
dediğin bu dediğim
24 Şubat 2012 Cuma
mesafeder
puslu mesafelik bu yol yanına çakıl çaklı taşlar koymuş
ordaki çatıya tel germiş kuş bırakmış bi bak şimdi aynı a nı yaşamış
bir de dudağı tebessüm döküyor bukle göğsüne yaramaz dizin
bu camdaki güneş rüzgar gibi şimdi perde gibi
bileklerinden elleriyle boynunu uzatıp
kuma serilmiş boyunca uzayııp
ona dedim ki
kulağının içindeki su tüyleri
çocuk saçından çok sevip sulasın
bir tohum bıraksın ağzıyla dişleri
zümrüt kesilir şarkıdasın
çiçeklerin ilk açtığını görmek için
bir sır soysun kabuklarıyla dibini
ayaklarıyla çıplak basarken
atlarla koşarken hala
ah taa dışından tam ortasına dolana dolana güzelim
o iç kulağına
zar oyunu dolambaçın
kısık gözlü yıldızıyla
sesi kaçarken titresin ki ne olmuş etleri pamuk dalı onun
üşümez o burnun direğini tanır tırmanır örsü bir çekiç gibi
kıkırdak kuyulu kolları senin cam bacağın
kulak kemiğine duvarlarına
korkuna çiçekler sarılsın
bak orda sonsun
ve yudum yudum
kana kana
ve
çiçekler sensin
ordaki çatıya tel germiş kuş bırakmış bi bak şimdi aynı a nı yaşamış
bir de dudağı tebessüm döküyor bukle göğsüne yaramaz dizin
bu camdaki güneş rüzgar gibi şimdi perde gibi
bileklerinden elleriyle boynunu uzatıp
kuma serilmiş boyunca uzayııp
ona dedim ki
kulağının içindeki su tüyleri
çocuk saçından çok sevip sulasın
bir tohum bıraksın ağzıyla dişleri
zümrüt kesilir şarkıdasın
çiçeklerin ilk açtığını görmek için
bir sır soysun kabuklarıyla dibini
ayaklarıyla çıplak basarken
atlarla koşarken hala
ah taa dışından tam ortasına dolana dolana güzelim
o iç kulağına
zar oyunu dolambaçın
kısık gözlü yıldızıyla
sesi kaçarken titresin ki ne olmuş etleri pamuk dalı onun
üşümez o burnun direğini tanır tırmanır örsü bir çekiç gibi
kıkırdak kuyulu kolları senin cam bacağın
kulak kemiğine duvarlarına
korkuna çiçekler sarılsın
bak orda sonsun
ve yudum yudum
kana kana
ve
çiçekler sensin
14 Şubat 2012 Salı
ekoda banyoda
oysa ekolu bi banyoda
kopuk köpüklere balon katıyor
kapaklı gözüne ipek de kaçırmış
ahoh sarsıtan zemin
havada takla karyola atıyor
gün ve gün
ve güpegün dümdüz
yastıklarla birlikte hassas bir diz
bilek üstünde dikilmiş muz derili bir dirsek
birbirine sarılmış kuş teli ince biparlak
durdum durdum
kurdum kurdum
delik delip elmalara sordum
yeşil adama ışık saçan çiçekli bir yapraktım
o ışık hızıyla kuzey küreyi dolaştım
fas gülü uğultuyla başbaşa kaldım
kırkırmızıya herşeyi anlattım
ince dilim, tabaklara uzandım
esmer şeker ve şu limon şapkalı romun altına
bir kursak parmaklık ve bin muhabbet eldivenle
sabahın gözüne kaşına yıldızlı gecede daldım
yumurta çocuklara kaahkaha patlattım
ekmek som altın elmaslar gözünden
sıkılmadım döndüm tekrar bir tur attım
kopuk köpüklere balon katıyor
kapaklı gözüne ipek de kaçırmış
ahoh sarsıtan zemin
havada takla karyola atıyor
gün ve gün
ve güpegün dümdüz
yastıklarla birlikte hassas bir diz
bilek üstünde dikilmiş muz derili bir dirsek
birbirine sarılmış kuş teli ince biparlak
durdum durdum
kurdum kurdum
delik delip elmalara sordum
yeşil adama ışık saçan çiçekli bir yapraktım
o ışık hızıyla kuzey küreyi dolaştım
fas gülü uğultuyla başbaşa kaldım
kırkırmızıya herşeyi anlattım
ince dilim, tabaklara uzandım
esmer şeker ve şu limon şapkalı romun altına
bir kursak parmaklık ve bin muhabbet eldivenle
sabahın gözüne kaşına yıldızlı gecede daldım
yumurta çocuklara kaahkaha patlattım
ekmek som altın elmaslar gözünden
sıkılmadım döndüm tekrar bir tur attım
5 Şubat 2012 Pazar
durugölü
duru gölünden bir damla bakış
göğsünü dolamış kemiklerin kızağı
karüstü buz pençesi çiziyor
etlerini karıştırıp
hepsi altında saklı beklyor
kesik çimen orada genzime kaçıyor
bor ozan bir fincan içinde elden parmaktan kaşıklar çeviriyor
başı dönüyor başı
böldükçe dönüyor
ayıp diye bağırmış köşedeki adam
oysa aynalara dudaklı ruj sürüyor
ay aynalar aynalar sussanlar anlatanlar
göğsünü dolamış kemiklerin kızağı
karüstü buz pençesi çiziyor
etlerini karıştırıp
hepsi altında saklı beklyor
kesik çimen orada genzime kaçıyor
bor ozan bir fincan içinde elden parmaktan kaşıklar çeviriyor
başı dönüyor başı
böldükçe dönüyor
ayıp diye bağırmış köşedeki adam
oysa aynalara dudaklı ruj sürüyor
ay aynalar aynalar sussanlar anlatanlar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)