17 Aralık 2010 Cuma

16 Aralık 2010 Perşembe

gözgölün kolkenarı

ayrılmayan uzaklıkta iki,
biri nar küsür
ateşten çok özlemiş günlü güneşi
geçince elleri parmaklarıyla başka
ve daha ayaktan çıplak kutu
kemiklerle tekdum davullar ilik kadar
karartılar isimlerini söylemeden
çaylıklar arasında garip ılık kanıyla
dikerek ağzına bu onun bilerek
tutulsa büyüsüne eğilerek
dünyanın evine sokulup
onun evi burası
lav okyanusla vur kalbi korkuluk
hayır mı evet
evetse çayırları koşarak delice
uzun boylu kış kapıda beklerken
duvarda sesli ışık oyunları
suyun izlerini bırakıp
üstüste japon çatıları giymiş
hemen esnedi uzayin ağzı
tüy yuvaları ve tüylü dev mavi susmumyalar
hiç olmamış çiçek isimleri
burası hiç gidilmemiş bir yer
hayal edilmiş bir gözgölün kol kenarı
uykulu ağaçların cam göğsünde
dinlenmiş içi belinden sarkanlar
yüzünün üstünde gezilmek
sisli aydınlıkgece bu
sabaha unutup takılıp boğaz üstü
burunyalıdan kaymak koyu isli
kirpik çalıların son ısrarı
göz çukurundan içtim yıkanıp
ürkek kapak tepesi
yokuş hızında bıraktım
hatırlamak için tekrar o lav okyanus
uçup duy mak aynı eğik alında
ilk önceleri bin aydı karanlık

12 Aralık 2010 Pazar

holllao

hey is that you
lucid arms and fay sleepers
turn themself into tidewave creepers
dear end, we can surround each other
and all our indefinite pronounced
l put a liptouch on your thin eye flap
blow my leaves'wind out through your earway
you see me while l m waving
because of the heartbeat of your puresea
high dazzled smiles
on a playground day
your voice as a light tickle
on my knee
then walk into
middle of the sky on my shoulder

its going to be

6 Aralık 2010 Pazartesi

üfleyen o şarkı


üfledim uzunca burası durmuyor
peki ya
boom baam baam
işte öyle yüksek bir sessizdik
kafamda orman hayvanlar ve sır şapka
içeri aldım onu
su dolusu
içinde dindim sessiz nehir yatağı
jöle krema masa dolusu
taçlı konuşkan yapraklar
resimli renkleri
hiç durmayan kelimeler ağzında kıpırtı
hepsi sürekli gondollarla gezerken
fısıldayarak o sessiz çığlıkları kimdi
yanak kızartması biz şelalesi
sisler ve hep yine
burada
korkusuz mu sandın
tek gözü kaplı bir korsansa
korkmaz mı sarı ya da başka
tek şey söyledim duydun mu
dün müydü o gün
rüzgar da vardı dimi
kulağımda minik orkestra
harika ziller bulduk
yine o şarkı
dondurmacı midemde gezgin
karamel mi su yanığı
alnına küçük bi delik açtım
ve üfledim içeri
bazı küçük adalar hırçın volkan kafalılar
parmak ucunda kaldım
yüksekten atlamaya hazır
kanatların yüzümde kıvrılan yağmurlar gibi
en küçük en çıplak en geceçocuk bu rüzgar
sonra saçları uzayan parlayan derisi
üfledim duydun mu
köprüler çizip nefes boyunlulardan
saçlarını sevmeye

karşıma dikilince anneler uyandı
kolları uzadı parmaklarım ipliklerim
düğümlenmeden
sarılmak için dönerek
ışıklı kozası uçsuz kelebek ipeği
kaslarını geren canavarları bile sevmek
yıllar sürdü ama geçmediler
zamanın durup seni seyretti
acelesi varmış gibi giyinmişken
üzerinden akıp giden elbiseleri
odalarca kokusu
garip ve yeşil
yine o şarkı
ve adamlar wolfsheim
peki ya duy dun mu
uyku mu bizi bu gezdiren
dalıp çıkarak okyanusun ortasında
gizli gezegenin bahçesi

4 Aralık 2010 Cumartesi

AHA

ortası tam nepalden flaşhışimşek nuhugam der kiiii ve yeşil ve bikaç pencere telepatik ' 'PANDAKUALALAMA' '
esti topraklar sarsılın
duyun haşmetli orman hayvanlar
ve biz yankılar kendimizi
dağı çarpıp uzanın duvardan dağa fısıltı yastık yas...tık
kabuk
boğa boynuzu
kuğu boynu gibi bazı aşklar ok hep yukardaki gibi
bırakıp süzmeleri akıllara herbişiiin bittiği yer de var ya
e suyu bitmesin sosu bol nede zoru

polis yanisi nede bayılırlar AHA

HAH

Hah budünyasın Ha budünya bilinen en gizli en ortasında toprağı deliğinden en eski ve sonra büyü mü en derine taş taş içinden suyu şelale içeriye ne unutsakta ışıkla bir kamaşıp en ucuna kaydığında hatırlar kandığısın yapraklar rüzgar buluttan fırtına volkansa kum okyanusu güneşli ay tok renkten çok insansın

23 Kasım 2010 Salı

BİNAYONADUUU TAŞTUŞLA

yağmur şarkısı sıyır ağacı
bekleyen bin ay ona duran
her düşen damlaya teslim tutul
bir ıslanmak ki buğusu cam izi
döndüm tekrar
içip içime geçmiş
kesik yarım ve tekrar
döndü yarısı buradan
eski seslerlerlerler
yeni duyanlarlarlarlar
uzun basıp o şeffafla
önce tek tuşa
keşke tek duya kanıp
eserek geçiyorum üstünden
bulut kolları sarmaşık
sarmaşık olunca bir garip
bulutlar ve kollar


yağmuru sayıklayan ağaca aşık yağmur
izledim duvarda uçuşan
noktalara bakarak

elbiseler düşer değişir toprak

çemberin ilk doğan köşesinde
oy sa köşesiz penceresinde
döndükçe bekleyen bin ay
yırtık anları yarım ve tekrar
ölçüsüz simetrisiz odası
dumanlar doğuran yeşil çocuklar
hep yakın
boynuna sesi ılıkbaslı bir nefes
ya da tiz kısık o çığlık
ağzının içinde şarkı söyleyerek
gökyüzüne çarpan aşklar dibi

ve dünbugün onlar
az söylediklerini
çoktan çok söylemişlerdi

10 Kasım 2010 Çarşamba

give all mirrored pieces

afraid to forget you

6 Kasım 2010 Cumartesi

heaven smells with echoes

he said that
l m smelling like heaven
thats the point l said
you create your own airleaven
seeds from hell
lve born there
than gave it to heaven
along with me
endlees growing hair
dimer in all angel echoes
or beraber inde in a caos
time reacting with you liquid
disintegrate me also
while drawing spaces
singing your water thats all
being floating astronauts
is the same feeling
with that
fleshing lost souls
wasnt the last day s smoke
remind me of your pure owl smog

12 Ekim 2010 Salı

symphatizer feeling as one another


she leaves him she leaves him
as a gardencave s winds mean

then let herself to cover
with dust of his breath
smells gave his taste
before a drink 'cold ocean^
she looked at promised land
behind the poison weeds of dark dares
all these hesitate s
because of a memory
it was raining and bloody
witches whispered a magic
gains came with hunting
and than pains
were they draining
or dropping her finger tip
they had shot her soul
while she was bird green and singing as a tree
lying with a mountain
her sleep faces with not all her flesh and skeleton only
to catch a mouthful bite
of his floating cloud
to inspire his child rolling eyes
as a slave and hipnotically
to lick heart of blossom
let her look up to your heaven
shut eyes
listen to long grasses' waving
lost in a forest of our distance
bad's innocense while we are melting

ıf it was just a fruit or forbidden for us

3 Ekim 2010 Pazar

dırndırndındın

yeniden parladı
ama o aynı ışıktı
başka sesler kulaklarımı gıdıkladı
rüzgarıydı esen ve bu bir tekrar yeniden
bisiklette ayakta durup
su hortumlarını dans ettirdi
yılanlar düştü bakarken
burnunun ucunda gözü açık
renkleri duvarında resimdi
eski bir evdi
kapı sağa açılırken
eşikte bakar kalıp bekledi
acaba adım atıp düşmeden uçabilecek miydi

1 Ekim 2010 Cuma

gumgamsensorçikçik


ante nana(short form of banana) kissed that bassed smell of cloudy clou tresor. it was just like a very first opened dreameye and she saw her own chemical lord .than she filled her breathe with this moment in a noonlemon cake. taken

her name got it, to resolve A leo-one
namnam mango cream was soft slowly liquidin in
lying inside two hearbeats of a snowflake

love s coming into rise

sislimisli

10 Eylül 2010 Cuma

yumuşak çalar oldu muz

yumuşak çaların ıslak eli
yol kenarı taşında gezindi
üstüne o nefessiz bi temastı
ilk güneşli diş gösterisi
yerin bir kat altındaydı
gökyüzü hep orda oldu muzdaydı
karaya vurmuş saçı
suda gelip giderken
başımdaki deliğe kaydı
oldu muz oldu
kabuklarına zevkle soyundu
bu on sene mi durmuştu
on la uzandı sert bir yere
izin verdi on izlemesine
karaya vurmuş saçı
rüzgar da yapraklarıydı
kapıda renkli hayvanları
fosforlu
ve
anahtarlıydı
değmediler birbirlerine
nefes fısıldayarak geçtiler
ayakları vurmadı sokaklara
tüy gibi tünediler ses kere

6 Eylül 2010 Pazartesi

koyu gölü

kendi umudunluğun
kendi aynasının içinde
kendi yanlızlığını gördü
bu o demekti gerçek saflığındı
çizdiklerine ayrılmış
tel tel
parmak parmak
sarsılmış çıplak kalanla içindeki
korkusandığı karanlığı korku sandığı
bakar kalmış pencereliuçuruuma
sadece o delikten ördüğü
g has kaosduuur sarılmassaaaan
kaydığı kendi sırtındaki
akerken derin duyulan
oyuk açılmış
en aşağılarda
orası
kanı bir buz
oysa donan
bir çileğin çekirdeğini
dinleyip dışına çıkmışlığı
öz ünde olan
ağzın içine şarkılarla girip
sarılıp dilin üstünde
tadıyla suyuna karışıcaklardan
oysa

31 Ağustos 2010 Salı

duyukuyu

kal+bin+kul+ağı kuştüylü yastıkta dinlen miş
kesik atışlarına dirense durur
küçük dilini gıdıklayan çekirdekler kelimesi
plastik gıcırtısına dalıpta
iç mi
geçirdi mi
yağmurun başına uzanmıştı oysa
gözü kapalı damlası kayarak
bir bilete binip eski adaya
üstü çıplaktı da
gözü saydam olana baktı
etleri birleştirdiler
birisi uzaktandı
elektrikli balığı çarptı ikiye
duyu bu
dökülürse çözer bizi
ve düğümler gırtlak kuyusunda
oraya neler düşmedi
yutak borusuna üfledi
örsü üzengi inledi
korkmuşlar mezarına
sevdiği dilleri ekip bekledi
toprağa saklananlara hüzün verip
gökyüzüne kaçanlara ateş verecekti
dilin biri önce saklandı
sonra gökyüzüne kaçarken dondu kardı
beyaz yağdı yüzüne
diline yeşil kaydı
bu yut beni sesi
şu yutulmuş olma keyfi
miğdesinden köküne
damar damar
kan kan
bilinmeyen renklerin annesiyle
tek kapılı ay kalbine
çözüldü buz kalbi
nefret kanat oldu
geri geri uçtu eve buz kraliçesine

26 Ağustos 2010 Perşembe

kurdunelması


tutuk su bu kurt
keyifli gezgin maskesi
deliklerde
birlikte kıvrılan parlak bin sır
nasıl bu kadar görünür oldu
sır ülkesi onu kapıya koydu
bilekleri sisli
köprüsü boynuzlu atlar korosu
onlar söylediler
biz dinledik
hangisi bor öğrendik
bazı kanatlar vardı
tek başına havalandı
hep yeni mikrofonda
dengini aradı
odalar değiştirip
uzaksa ekolara dalan
kırmızı biri elma
kaygan kabukla kayıp
kumlu etini sakladı
oysa kendini duyabilenler vardı
kurdun elması
çekirdeğinde ayna ası
gömüldü kumuna kökler uzadı
içinde pencereden bakamayan
bir koyu ağaç vardı
uzakta değil
elmanın kokusu tadı ordaydı

21 Ağustos 2010 Cumartesi

she was there


meadowhay was growing downin white ocean splash
while she was dreaming a melting star eye
he asked that where is the line
where is the sleep wave
vagrant wing danced with turning heads around
while he was touching with his fingertips
meadowhay wisphered in to her cove
her echoes became a child voice
then vibra circles invovled with his mis argon

4 Ağustos 2010 Çarşamba

umdum

buluta dokunan ay nehrine oturdum
nehir bulutunu izinsiz delmiş
yapraktan uzun bacaklı kuşlar vardı
ayın gözüyle
güneşin duvarına isim yazanlardı
saçımıza parmaklar dolandı
yeni doğan işaretlerde durduk
üçgen kurduk kırık iplere
sonunda anladın
aynı yaralıydın
ve sırtı kabuklu o ve tek ceyranıydın
burnuma taşınan sahneler konuştu
şapkasını çıkarıp selamladılar
nereden asıldığı bilinmeyen perdeler kalktı
aynası karışık şaçları
dev mantarın çukuruna takıldılar
katladı uçak yaptı kulaklrını
fırlattı usulca incelip çalması için

3 Ağustos 2010 Salı

uykumunda durandı sugamı

ince düşünce dökülüp adım kırıldı
damarımdan esip güne serildi
yıkandı duvarlar ve köşeleri
bu onun kanayan dilekteki zemini
kalbinin arka balkonundan gökyüzüne sarktık
üstümüzdekileri koparıp attık
güneşte gülen ayçocuklara kaldık
akrep seslendi sonra bu dönüş saati
oturup boşluğa pençeresini çizdi
eli yumuşadı birden aktı boynuma
umarlardı onlar geceye dönmeyi
üzerine bastı sugamı sesi devrirdi
seni duyup uy kumu, kıvrıldım
ağaçlara yetişen rüzgarlı gölgesi
birşeyler fısıldadılar orda sana
elleri davulu germiş
nefes borusundan ilk müzik kemiği
en uzaktan içince suyundan
bulanarak döndüm dilini
kavrulmuş ağlayan ay çiçeği
küsmeden güneşe döner durmadan

27 Temmuz 2010 Salı

çemberdön

kaygan eli
havada zigzag saçı
şimşek gözü
uçurum sesi
düşeceği yeri arayan
kayıp hali
orman deri
dolapta kabuk
kedi derdi
dön çember dön derdi
hepsi parmaklarıyla
hatırlamak içindi

hayvansırlar


kahinde bizzat oturdu kuyunun üstüne
tutsakları bulmuştu biran kesin
katılardan kesti resimlerini
kendini buldu onlarda bırakmak için
dizlerinde kar kızların evi
duruşu çimende gölge olan
dönüşü unutmuş çarkların tersine
susanları hatırladılar
yoksanarak atlayan sözleri
takıpta yakın duran çoktu
ardına dikilen çukuru hep örsünde
o dengi silipte buruşursa parmaklar
ağırlığınca boyası kalkar
zümrüt tadı ortaya çıkar
yanık pamuğu dinler uzun bir dilde
duyulanın yarısı bile ikimizi katar

24 Temmuz 2010 Cumartesi

durduraksar



kumlarımız karışınca
bi dairenin ortasında
giderek delen
döndükçe hızlanan
beni yuttu önce seni
çekti bir girdabıda
pus biriyle karıştırıp
denizin sesine battık
sonra sola
dalgayı tutuk
köpüklerinden düşürdük
seslendiler korku bulanı
arkası açıldı masum
ayakta iki tarafa
bin kol uzun sarmaşık tüylü
kemiklerimde iki el senin
çekildik giderek
kayarak o kumu izler d e
denizin yüzüne sevdik
bu duyduğumuz se
karışanların tek sesi mi
kalbine oturmuş
diptaşı orda duran
saçlarımız havaya asılı uçtu
terkedip yaktılar sadece onlar
ilkinde gecesi
ve
onunda öncesi
uyku derimizi aramıştı
parmak ucunda tırnak kırıp
şimşekle dolduk
bizi başalatan oyunda
bilinmeden hissedilmiş
zarını deldik
sular aktı deniz dağın ağzından
tuz yağmurunda oyulup
sarıldı güneşe
aya indi hayvanları
karanlığını bilerek
iki tarafıda sevmişti
gölgeleri tanıştı ışıkta
kayıp gözünü buldu
çemberin etrafını çizdi elleriyle
sorular yürüdü karnından
benzetmeyi sevmeyen bir yerden
bahçeme inmişti
ekilmeden ses olamayan yeşillere
kokuya daldım diyerek
yakalanmayı sevdi bir an
düşmek öldü orda
tekrarı vuruşlarında duymuştu
baktık

13 Temmuz 2010 Salı

ondaark


çalgısını kaldırmış
tüylerini kabartarak
gider yolllarından akanlara bakarak
süzer halinle bin türe dokun dur
zokaların yeşerdiği tek tarla
tam ortasında oturup
dengesini hesaplamaya bakarken
denge dedim bir tekrar
hangi tam ortasında olsada
bir göz mesafesindeki dalış
bir köz mesafesinde ki sayıklayış
peki dedim o zaman matematik neyin içi
onun göz kırpışının
hiç göremediğim hızdaki esi
ya o açılan delikten kayabilecek mi
tünele dönüşen ışıktan korkmadan
hiç bilinmeyen gezegeni yutabilecek mi
biribirinden farkı budur o ikinin
biri eğilirken diğerinin gerildiği
töleransla parmak ucunda bir dans
zamanı yok edip duymadan
bekçisi guguk kuşuyla bir gezi

27 Haziran 2010 Pazar

darsukoyu


akıntının tersine
eğlmiş bedeni koyu
tartılmış ağırlığı
hep bir ışık anlatan
tek geceleri kaydeden
sesleri bulan bu demir yığını
taşa çıplak ayakta basan
bir kerede yutan uslu ve kuru
titreyen içi dağ arasında
güneşi doğurdun
ve
batırdın karnıma
en kapalı kapısı açıldı
saçları dağıldı
ayaklarıma indi dönerek
katlayıp gider bükülmeden
parçaları tutturup bikaç tokayla

düşük kolu burk
gülen diş yeşil
tanık göz kesir
deli kulağı orada
alev kalbi burada
ve tekerlendi
çocuk mu bu kelimeler
et budar üşür ev
söz tuzak kurdu hep
dön dur
gülerek öldün sendev

23 Haziran 2010 Çarşamba


volkangece
serinlav
uzaymavi
hayvansevgi
ışıkçocuk
boynuzat
düşsugün
dağlavmavi

21 Haziran 2010 Pazartesi


sudandı yaprakları kuruyup
duvarda kahkaha taklitleri
korku gösterisi
ya kaybolursa hiç olmadıysa
bıraktı kendini
boyun yoluna
tırmandı kulesine oturdu tahtına
parlak yılanın kölesi
olamazdı o balmumu bebeği
elleride mermerdi
tutunan yelesine
fısıltıyı dinledi
o sesler kasırgada kaçbin shirliydi
herbiri bi kelime uzun
biribirini takipteydi
yüzünü karanlığa tutan
yıldız gemiyi anlatan
ölü veren bir yerdeydi
gerçeği yutan
kaybedip kandıran
suyun derinleştiği gözdeydi

sonradan eli uzun
ardına bin dalarak
ses telinde yürüyen
mezarına kapı çizen
miğdesine patlayan
acaba bu neydi
bulutluydu zürafa
yağmurluydu güneşteydi
fayda büyümüş bir evdeydi
büyüdü giderek
uzayı deldi
dahil buz dağı
usul dudağı
sevdi yüzünü ters
noktaları zardı uçuverdi
gözüne kulağına burnuna
bulaştı yumuşak derdi

bul dedi
dündü zürafa
dön dedi dokun
bir kör gibi yalnızlığa
saçı mor kolu koyu
boynunda uzun
dalgın ve kaçarken
bulut doldu 3 koridor
ve bir ada takla atan kaçıkla
kırılmış virajda güneş

kuraklığa tutsak olup da
boşlluğu suda bırakma

17 Haziran 2010 Perşembe

vagrant uyku argon


karanlıkta tek nokta var
parmak ucunda oynadıkça
mürekkebin kağıdı gibi
emiyor yayılarak kalanlar
kalkıyor eti kemiği
en yalnız ilk toza bulanarak
sonu yoktu
geçmişide yok olmadı hiç
bulamadı şarkısını
durmadı dizinde kuçağına
elmastan gözleri açtıkça
ayda dişleri parladıkça
acıkıyor bu insan duvarlar

yuttular mı hiç önceden
tattılar mı
karagölbalığı
yüzerdi
önceleri
duyardı sonrasında
kimden öğrendi
kimi gördü ilk
kimi aldı tadında
yemeden önce kokusu
hala tam burda

oturdum diline ağacın
konuştum uzaydayız
başsız ince gergin çizgiye baktım
dev çemberin üçgeni sevişine daldım
sordum biz uzaymıyız
eli çağırdı yankısı kadar
avucuna girdim bir yırtıktan
okyanusun sesi burda
balinanın kamburuna seslendim
örttü üstümü o gece uzaya bindim
yıldızdan bir kuşla kayarak
yanık bulutlardan ayrılarak
zerrelerime saçılarak
kilometrelerle konuşarak
sana geldim
gözeneklerine kaçarak
hücrelerini yırtarak
sana sendim
tuttun kendini beni
kollarınla kaldırdın
sordun konuşmadan
bizim sonumuz nerede
geçmişi yoktu sonuda yok
evimizde ortadayız
biz sokaksız orda uzayız
aynı anda konuşmaktan

8 Haziran 2010 Salı

okyanusa yalnız değdi


denizin üstüne düştüm
serildim suyuna uzak ay
uzandım dokunduğun yeri aradım
gök yüzünün yaşadığı ev kayada
delerek kayboldum
derime daldığında üfleyerek
sonra kumlara değerek
okyanus eteğinin altında
çarpıştık
bölünerek çoğaldın
izledi eğik sırtı bir ağzın
batırdım kendimi açılan tuz dağlara
yalnız gibi açılanlar
kalabalık bir şehri saçarak
koştular rüzgarla ve sazlık
ilk yarımdı kes at zamanı
pamuk tarlasında çakılan
beyazda doğan kara
eklemlerden kopuk tek an

dur yol


kağıttan bu kesik ince
zorda kısılmış bu kışlık
aralandı uzamış kolları
uzandım bu yol o yol
senden çaldım bu kez kendimi
dökül dünde bulundum
düştüm bir kör yana arada kalan
isimleri uzun yalnız birileri
arka arkaya bu terde geçer
ve de en çığlık sesleri
o gün
uyudum içimde durunca
kal istedim tam ortamda
şu dağ şarkısındaki dibi
gittikçe büyüleyen yarık ağaçta
sırda kalan iki suç
yine başka ağaç karşıma çıkınca
birbirine geçen kusurlarımızın izi
bu yol içimize geçen
bu yol geçip gidemeyen
o yol bu yol
iki yanı ağaçlı
zor dar yol içimize giden
iki yanık dalgası
taşan buz eski suyun
kendini bulduğu o yol
demir iskeleleri söken
bu yol o yol
etinde denize dönüşen
gece gibi
onlar sadece bizdendi
diyerek gider bu yol

3 Haziran 2010 Perşembe



yüklenmiş yağacak kotkmazsa yağacak
karanlık ne kadar sürebilir kendini
parçalışimşekdemiryağmur bulutu olan biri
bi puf bulut gibi bu iki arada o öyle
sis bulutu gibi öle değerek öyle değmeyerek değiyorum ki kendimizden geçiyoruz

kanadı olan bulut mu olur
oluyor yavaş yavaş çıkıyor o öğneli tüyler
uçabilrken de uçuyor
uçmanın bir sonraki hali diyorum ona
2 gece önce gördüm seni
taş kaldırımın üstünde taş gibi durabilmen için
dokunmadım sana
nefesimi tuttum öyle geçtim
uzunca geçtim içinden
meraktan odalı canon sesler ve
kuytuda ayaklarıma bakarak yürüdüm
acaba ne bilmek istiyordun
isminde gök var senin unuttun mu

o taşları sen çoktan kaldırdın
altında yine taşlar var
uydurdular onları
bizi uyuturken anlattılar
masal mış

aramıza çizili tebeşir çizginin bu tarafı var
ama o tarafından hiç mektup yazmıyorsun
o zaman telgraf çek
hem gezerek gelir istasyonlardan bulutlara çıkar
diğer bulutlardada durmak lazım
susmuş kelimeleri dolaştırmak lazım
sonra telleri gezerken kuşları gıdıklarsın
oradan mavi bir hızla düşersin üstüme
olan biteni bitemeyeni anlatırsın
90lar güdümlü internet hareketi sona erdi mi
taçlık sıralarında kaynaşma görüldü mü
dostluklar bulundu mu
meydanlara oturdular mı
umutlar kuruldu mu
ellerinde isimleri var mıydı
kağıtlara özensiz yazılmış
biz bu curcunada kaybolduk mu
kağıtlara özensiz yazılmış
ne biliyim bak uydurmadan 
böle ölünce
böle olunca

31 Mayıs 2010 Pazartesi

iz ayda



bir kış meselesi dur perdesi
göm cennetin dim asimetrisi
nasıl olur yadsır onu
demin açıktı kemiksiz elleri
yakut arar ağzı da açık
sözü kapanmış gözüyle
çatıda duran yanık aksı
geçenler atar kendini bırakıp
sarılmış vuran bizdik ateşi
akan adar dilleri bulanık
kanarsa artar derisi pul pul
en uzak ormanında giz ve tuz olur
ısınmaz dökülür sakarkuşun kuşu
o güneşin içinde yanmaktan mutludur

30 Mayıs 2010 Pazar

crystalizedheartkuyu


you work hard
to crystallize my heart
but they began to sing
gush of tousand s bird
liquid diamonds flowed out
they adict to eat
they adore to drink
still saying that same number
than asking is that a rigmarole to be

sırlı cam


aynada bir dur
gider kaybolur
kimsiz yakınlar
kendine sanırlar
yolsa uzan tuzbuz
erir kolun bak sus
parça ve parça
bulanlar hep delik
tutanlar hep deşik
biter hergün
ve
başlar birgün
biz duvardan düştük
tiz sularda yüzdük
eğildiler baktılar
hep sen sandılar
kalan tacı bulunca
bu suyu bulandırdılar

28 Nisan 2010 Çarşamba

es merdiveni


giderek çoğalan merdiven
sadece ona ait 1000 insan sesi
hafif güneşli kapısı vardı diye
yükselerek döndü başımla evi
sonra bakamaz oldum
arkada kalan ayaklar uzun
suda durmaz kayıkta elleri
fısıltıdan gelen sözler kararmış gümüş dibi
sevmek söyleyememek tir belki
sadece durmak boşluğun ucuyla
o
gölgesi aya düşen aşkı dilemek
saçları da omuzuna düşen
bazı kokular daha da belirgin
tatmak onu orada
oyun zaten bitmezden
arkası çocuk tek balkonda
gözleri kısılmış uykulu
uykudan mı yoksa yokluktan mı uysa

16 Nisan 2010 Cuma

püşü


pişipişi bişi duydum
sen orda aralıkta kalan
kamaşıp mavili duvar
dönen etekte savrulan
ancak burda ortasında
yoksa bu hiç mi duyduğum
kalabalıkta aradık diklenerek
susan eski gözler susamış kum
ama bilen vardır görünen
eskisi yenisi içinde delinen
sıkiştımda burktum bu sesi
yüksek bir merdivenin başında
tamtam vuran yapraktin sen kurşun

8 Nisan 2010 Perşembe

ince ayarlar diyarı


ince ayarlar diyarında
dalgalı orman yapraklarım
usulca omuzuna değerek geçti

dev gaga çiçeğin ağzından
renkli çocukların saçlarını sevdim
iki yandan fısıltıyla
bin kere deha
bana anlattığın karanlık kutuyu dinledim
sen bana gökyüzünden geldin
kelimeler tekerlendi
seni gerdanından boynuma diktim
sonra yuvarlanarak karıştık
kollar mor gitarlar
teller ve kuşlar
bir çığa denktik
hiç görmediğimiz
şu batan güneş tepenin arkasına
gülen sırt üstü düşüverdik

4 Nisan 2010 Pazar

aramızda avunduk kimler var


dedi ve aralandı ağzı
işte tükürükten bir başvedası
sesinde kimler var
gezen tozan ayaklar
bildiklerini hep sustu
bilmediklerine bindi
uçtu dev balonlar
odada hep bir ses eksik
aramadı vazgeçti
kocaman ve müşkülpesentti
bu kelimeyi çoook severdi
kapılardan geçme oyunu
işte bunuda böle keşfetti
huzurlu hayat bu tokatlar
gerisi rakınrol bir geceydi

şu oku izle yüzünde yollar var
ya kaybolursam durursam
baktı kapı hep aynı
dedi ki herşey hep aynı
kabul eder mi geçtiği kapı tek
o zaman aşkla yanardı
kafasını bir açsalar
elbiseler saçlar
çocuklar korkudandı
yüzler iki boyutlu resim
edalıymış gülüşler hep aynı
güneşler geçmiş yanından
yanmadı tınmadı kalkandandı
sonra
yollar uzadı
yokuş
sesler azaldı
kalbi tek yalnızdandı
üzüntü mü bu boşluk
acısı tek hatıraydı
gülen kahkaha anneden
hatırladı dardı ağladı
sokaklar yağmurdandı
durdu damlalara daldı
boyalı bir duvar ona yaslandı
kulağına bir şey söyledi
aktı dünya içine
düşenler sert altındandı




kara market korosu














birden bir ses duydular
tam orada durdular
gecenin tam ortasında
karanlıkta parladılar
gözleri gökyüzünde aydı
doldu taşan acı dağdı
onlar insan olmayı bıraktılar
gecenin tam ortasında
lamba sokağın ucunda
makastı kız dudak tandı
şarkıcılar siz kahkaha
arkada bırakanlar
tak ettiler vurmayı
binbiryüz bulanlar
unuttular sormayı

uykulupus





3 Nisan 2010 Cumartesi

göz kamaşrası



















kör rengi bu makina
izbırakan nefesle dolan
iki evin karıştığı
iki burda aşk kişisi
isimleri hiç olmayan
sakin bir iç çekişle yuttum
sesler kelimeler
eller
bilmem kaç göz
yorgan altında kısık güneş
yastıklar
hemen başımda bir dolap
kapı ayaklarımla açılır
perde rüzgarda
solda bir çift bulut
tırmanıp kaybolur susunca
hıçkırık tantanalar
yüzüme dökülen
sular sütler yeşil çaylar
dünyanın oturduğu zaman
bin teşekkürlü veda
sen bahçeme gökyüzünden

nasıl kaybolmuştum hatırlamıyorum bu bahçede beklerken mi yoksa o bahçenin koridorlarında dolaşırken mi



















hatıra bırakan diz
acır üstüm durgunsa
bir ay adam için
bir kapı toksa
arkası boş saçlı kesim
fütur elbise eti senin
eğri bir ağrı
kavisli ve dardı
sinek kuşu kalbi
dakikada sonsuz atardı