27 Haziran 2010 Pazar

darsukoyu


akıntının tersine
eğlmiş bedeni koyu
tartılmış ağırlığı
hep bir ışık anlatan
tek geceleri kaydeden
sesleri bulan bu demir yığını
taşa çıplak ayakta basan
bir kerede yutan uslu ve kuru
titreyen içi dağ arasında
güneşi doğurdun
ve
batırdın karnıma
en kapalı kapısı açıldı
saçları dağıldı
ayaklarıma indi dönerek
katlayıp gider bükülmeden
parçaları tutturup bikaç tokayla

düşük kolu burk
gülen diş yeşil
tanık göz kesir
deli kulağı orada
alev kalbi burada
ve tekerlendi
çocuk mu bu kelimeler
et budar üşür ev
söz tuzak kurdu hep
dön dur
gülerek öldün sendev

23 Haziran 2010 Çarşamba


volkangece
serinlav
uzaymavi
hayvansevgi
ışıkçocuk
boynuzat
düşsugün
dağlavmavi

21 Haziran 2010 Pazartesi


sudandı yaprakları kuruyup
duvarda kahkaha taklitleri
korku gösterisi
ya kaybolursa hiç olmadıysa
bıraktı kendini
boyun yoluna
tırmandı kulesine oturdu tahtına
parlak yılanın kölesi
olamazdı o balmumu bebeği
elleride mermerdi
tutunan yelesine
fısıltıyı dinledi
o sesler kasırgada kaçbin shirliydi
herbiri bi kelime uzun
biribirini takipteydi
yüzünü karanlığa tutan
yıldız gemiyi anlatan
ölü veren bir yerdeydi
gerçeği yutan
kaybedip kandıran
suyun derinleştiği gözdeydi

sonradan eli uzun
ardına bin dalarak
ses telinde yürüyen
mezarına kapı çizen
miğdesine patlayan
acaba bu neydi
bulutluydu zürafa
yağmurluydu güneşteydi
fayda büyümüş bir evdeydi
büyüdü giderek
uzayı deldi
dahil buz dağı
usul dudağı
sevdi yüzünü ters
noktaları zardı uçuverdi
gözüne kulağına burnuna
bulaştı yumuşak derdi

bul dedi
dündü zürafa
dön dedi dokun
bir kör gibi yalnızlığa
saçı mor kolu koyu
boynunda uzun
dalgın ve kaçarken
bulut doldu 3 koridor
ve bir ada takla atan kaçıkla
kırılmış virajda güneş

kuraklığa tutsak olup da
boşlluğu suda bırakma

17 Haziran 2010 Perşembe

vagrant uyku argon


karanlıkta tek nokta var
parmak ucunda oynadıkça
mürekkebin kağıdı gibi
emiyor yayılarak kalanlar
kalkıyor eti kemiği
en yalnız ilk toza bulanarak
sonu yoktu
geçmişide yok olmadı hiç
bulamadı şarkısını
durmadı dizinde kuçağına
elmastan gözleri açtıkça
ayda dişleri parladıkça
acıkıyor bu insan duvarlar

yuttular mı hiç önceden
tattılar mı
karagölbalığı
yüzerdi
önceleri
duyardı sonrasında
kimden öğrendi
kimi gördü ilk
kimi aldı tadında
yemeden önce kokusu
hala tam burda

oturdum diline ağacın
konuştum uzaydayız
başsız ince gergin çizgiye baktım
dev çemberin üçgeni sevişine daldım
sordum biz uzaymıyız
eli çağırdı yankısı kadar
avucuna girdim bir yırtıktan
okyanusun sesi burda
balinanın kamburuna seslendim
örttü üstümü o gece uzaya bindim
yıldızdan bir kuşla kayarak
yanık bulutlardan ayrılarak
zerrelerime saçılarak
kilometrelerle konuşarak
sana geldim
gözeneklerine kaçarak
hücrelerini yırtarak
sana sendim
tuttun kendini beni
kollarınla kaldırdın
sordun konuşmadan
bizim sonumuz nerede
geçmişi yoktu sonuda yok
evimizde ortadayız
biz sokaksız orda uzayız
aynı anda konuşmaktan

8 Haziran 2010 Salı

okyanusa yalnız değdi


denizin üstüne düştüm
serildim suyuna uzak ay
uzandım dokunduğun yeri aradım
gök yüzünün yaşadığı ev kayada
delerek kayboldum
derime daldığında üfleyerek
sonra kumlara değerek
okyanus eteğinin altında
çarpıştık
bölünerek çoğaldın
izledi eğik sırtı bir ağzın
batırdım kendimi açılan tuz dağlara
yalnız gibi açılanlar
kalabalık bir şehri saçarak
koştular rüzgarla ve sazlık
ilk yarımdı kes at zamanı
pamuk tarlasında çakılan
beyazda doğan kara
eklemlerden kopuk tek an

dur yol


kağıttan bu kesik ince
zorda kısılmış bu kışlık
aralandı uzamış kolları
uzandım bu yol o yol
senden çaldım bu kez kendimi
dökül dünde bulundum
düştüm bir kör yana arada kalan
isimleri uzun yalnız birileri
arka arkaya bu terde geçer
ve de en çığlık sesleri
o gün
uyudum içimde durunca
kal istedim tam ortamda
şu dağ şarkısındaki dibi
gittikçe büyüleyen yarık ağaçta
sırda kalan iki suç
yine başka ağaç karşıma çıkınca
birbirine geçen kusurlarımızın izi
bu yol içimize geçen
bu yol geçip gidemeyen
o yol bu yol
iki yanı ağaçlı
zor dar yol içimize giden
iki yanık dalgası
taşan buz eski suyun
kendini bulduğu o yol
demir iskeleleri söken
bu yol o yol
etinde denize dönüşen
gece gibi
onlar sadece bizdendi
diyerek gider bu yol

3 Haziran 2010 Perşembe



yüklenmiş yağacak kotkmazsa yağacak
karanlık ne kadar sürebilir kendini
parçalışimşekdemiryağmur bulutu olan biri
bi puf bulut gibi bu iki arada o öyle
sis bulutu gibi öle değerek öyle değmeyerek değiyorum ki kendimizden geçiyoruz

kanadı olan bulut mu olur
oluyor yavaş yavaş çıkıyor o öğneli tüyler
uçabilrken de uçuyor
uçmanın bir sonraki hali diyorum ona
2 gece önce gördüm seni
taş kaldırımın üstünde taş gibi durabilmen için
dokunmadım sana
nefesimi tuttum öyle geçtim
uzunca geçtim içinden
meraktan odalı canon sesler ve
kuytuda ayaklarıma bakarak yürüdüm
acaba ne bilmek istiyordun
isminde gök var senin unuttun mu

o taşları sen çoktan kaldırdın
altında yine taşlar var
uydurdular onları
bizi uyuturken anlattılar
masal mış

aramıza çizili tebeşir çizginin bu tarafı var
ama o tarafından hiç mektup yazmıyorsun
o zaman telgraf çek
hem gezerek gelir istasyonlardan bulutlara çıkar
diğer bulutlardada durmak lazım
susmuş kelimeleri dolaştırmak lazım
sonra telleri gezerken kuşları gıdıklarsın
oradan mavi bir hızla düşersin üstüme
olan biteni bitemeyeni anlatırsın
90lar güdümlü internet hareketi sona erdi mi
taçlık sıralarında kaynaşma görüldü mü
dostluklar bulundu mu
meydanlara oturdular mı
umutlar kuruldu mu
ellerinde isimleri var mıydı
kağıtlara özensiz yazılmış
biz bu curcunada kaybolduk mu
kağıtlara özensiz yazılmış
ne biliyim bak uydurmadan 
böle ölünce
böle olunca